26 Ağustos 2017 Cumartesi

Kaza Geliyorum Demiyormuş


hepinize merhaba arkadaşlarım,canlarım
Ben yine birkaç gün aradan sonra sizlerleyim. Üstelik bu sefer çok güzel haberlerle geldimmmm! diyemeyeceğim tabiki :( Yine başıma daha kötü ne gelebilir ki diye düşünürken daha da kötülerini yaşayıp geldim ne yazık ki :(( 

   Bu gün de ''cana geleceğine mala gelsin''  sözünü deneyimlemiş bulunuyorm. Neyse lafı daha fazla uzatmadan konuya gireyim. 

Şimdi ben bu ara tatil içiin memlekete geldimya, bugün erkenden kalktım şöyle güzel bir süslendim püslendim hazırlandım biraz gezmeye çıkacaktım kiii, KAZA YAPTIMMM !!! 
evet yanlış duymadınız kaza yaptım :( Hatta bu dünyaya gelmiş geçmiş bütün insan neslinin arasında yapılabilecek en gerizekalıcakazayı yaptım. Arabayı iki kere arkadan iki kere önden olmak suretiyle tam 4 kere vurdum. Çamurluklar mı dersiniz, aynalar mı dersiniz, kaporta mı dersiniz, kapılar mı aklınıza gelebilecek her neresi varsa orasını da vurdum da vurdum. Hem de bomboş duran garajda yaptım bunu. Yani benden sonra dünya üzerinde tek bir Allah'ın kulunun daha bu tarz bir kaza yapma olasılığı yüz binde birdir o kadar söyleyeyim size. Frene basıcam derken gaza asılınca bütün garajı da yıktım tabi :( Peki sonra ne yaptım hadi bi tahmin edin. Direksyona sarılıp yaklaşık bi 10 dakika falan orda ağladım. 
Sonrası da bildiğiniz gibi işte bütün gün kaskoda serviste geçti...
Şu an kendimi anlatıcak söz kelime cümle bulamıyorum zaten. İnsanız tabi başımıza her şey gelebilir. 

Peki şimdi siz söyleyin ben sıfır arabayı bu kadar hasara uğrattığıma mı yanayım, duran garajı yıktığıma mı yanayım, her şeyin bütün mahallenin gözü önünde olup da arkamdan laf yapanlara mı yanayım, yoksa yaşadığım şoka mı yanayım ? 


    Ya da kendimi toparlıcam diye geldiğim yerde insanları zarara soktuğuma mı yanayım ? 

 Hangisi...

22 Ağustos 2017 Salı

İşte Gidiyorum...

Ben yine gidiyorum... Kiminin hoşuna kiminin zoruna, demeyeceğim tabi :)) Basbayağı pılımı pırtımı topladım kaçıyorum. Her şey çook büyüdü gözümde çook. Kabul ediyorum üstesinden gelemedim. Ve aldım kendimi çıktım yola. Her zaman yaptığım gibi. Zaten hep böyle oluyor. Hayatımda atlattığım her badireden sonra numaramı değiştiriyorum mesela. Biraz daha önemliyse durum, evi de değiştiriyorum. Şimdi de komple şehri değiştirdim. Temelli değil belki ama bana göre her kaçış bir başarısızlıktır. Kabul ediyorum ben yine başarısız oldum. Yalnız bu sefer imkanlar ve koşullar baya zorluydu, sorular hep bilmediğim yerden geldi hayat da bunu kabul etsin. 
 Ben şimdi elimde kalan her şeyi düze çıkarmaya gidiyorum. Biraz deşarj olup geri dönücem. 
   Dövme yaptırmak gibi bir hevesim hiç olmadı ama yaptıracak olsaydım yazdırmak istediğim bir şey vardı : 'try again' - 'tekrar dene' . Şimdi de öyle yapacağım. Olmadı, umutlandım, yıkıldı , kızdım , kırıldım , güldüm, ağladım , yanıldım , yıkıldım... 

    Ama ben şimdi gidiyorum. Biraz dinlenip döndüğümde tekrar deneyeceğim! 


  Boğaz köprüsünden herkese selamlar :) 

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Pollyanna Harikalar Diyarında



     Günlerden bir gün bizim bilinirin dışında çok da güzel olmayan, aklı yarım çalışan, ama nerde bir gereksiz, tehlikeli iş varsa hemen oraya atlayan Pollyanna'nın önünde bir kapı açılmış. 


     
                
 Pollyanna bir anda Alice sanmış kendini. Bu kapıdan girebilirim, gönlümce dolaşabilirim sonra istediğim zaman da çeker çıkarım demiş. Yalnız tek girmek de pek akıl karı olmadığı için arkadaşını da tutmuş kolundan , peşinde sürüklemiş. 


 Kapıyı bir açmış ki, mavi ışıklar her yeri kaplıyormuş. O kadar değişik farklı bir dünyaymış ki, herkes mutlu görünüyormuş ve fonda sürekli eğlenceli müzikler varmış. Burada herkes dış dünyadan farklı ve herkesin farklı telaşları, farklı sevinçleri varmış. Arkadaşı anlamış bu işte bir terslik olduğunu, ne kadar gitmeye onu ikna etmeye çalışsa da Pollyanna bir o kadar dirençliymiş. Yılmadan bu dünyada geziyor, yeni şeyler öğreniyormuş. Arkadaşını sürekli ''şurada çok güzel elmaslar var bunları toplayalım sonra gideriz '' diye oyalıyormuş. 






Ne var ki işler hiç de planladığı gibi gitmemiş. Aşık olmuş burada Pollyanna. Görünürde var olan, ama aslında hiç olmayan birine...



 Bundan sonra işler daha da karmaşıklaşmış. Arkadaşı çoktan bırakıp gitmiş bu dünyadan. Bir başına kalmış ışıkların arasında. Ama gün geçtikçe bu ışıklar Pollyanna'ya daha cazip gelmeye başlamış.







 Günler geçtikce insanların yüzünde bir gariplik sezer olmuş. Burada kimsenin yüzü gerçek değilmiş ve hepsinin suratında birer maske asılı olduğunu farketmiş. Bu gerçekse yüzüne tokat gibi çarpmış. Harikalar diyarı sandığı yerin aslında onun kanını emen, duygularını sömüren bir yer olduğunu ise çok geç anlamış. Ne yazık ki ne kadar arasa tarasa da kapıyı bir türlü bulamamış Pollyanna. Ne zaman gitmek istese hep bir şeyler engel olmuş. Çıkmaya çalıştığı kapının önünde topuklarıyla şekerler ezmeye başlamış sonunda. 





   Artık iyice bu sevmediği dünyaya ait hissetmeye başlamış kendini. Gitmenin yollarını değil, kalmanın bahanelerini arar olmuş. Ancak bu ışıklar ve fondaki müzik gittikce onu eziyormuş ve Pollyanna altında küçücük kaldığını hissediyormuş. Gün geçtikce küçülüyormuş. 


 Burada kendine yakın hissettiği tek bir arkadaşı varmış. Bir gün onunla planlar yapıp zincirlerini kırmaya karar vermişler. Bir merdivenden çıkıp buradan kurtulacaklarını sanmışlar fakat çıktıkları  yerin buranın bir üstü olduğunu bilmiyorlarmış. 



 Zaten küçülen Pollyanna burda daha da küçülmüş ve artık görünemez hale gelmiş. 

   
   ve bir gün nereden geldiğini bilmediği bir tekmeyle hiç bilmediği bir yere savrulmuş. Sonunda o merak ettiği ışıklı rengarenk fakat korkunç dünyadan çıkmış , yalnız çıkışı kendi ayaklarıyla kapıdan yapmadığı için hala ne hissedeceğini bilemiyormuş. Yaşadığı deneyim sanki bir film gibi , koskoca bir yılda geçen zaman dilimi sadece bir saat gibi , kısaca her şey tam anlamıyla bir fiyaskoymuş. 


  Pollyanna şimdi kendi evinde, kendi masalında. Kendi sayfalarını yeniden yazmak için kalemlerine mürekkep doldurmaya çalışıyor. Ancak o dünyada kalbinin yarısını ve insanlara olan inancını kaybetti .


         ve bir daha hiçbir şey onun için eskisi gibi olmayacak...





16 Ağustos 2017 Çarşamba

Ruhumun Resmi





   Yine her şeyi elime yüzüme bulaştırdım.
   Ya da bir şeylerin içinden çok kolay sıyrıldım bilmiyorum.
   Bence baya bir hasar aldım ama bunlar alabileceğim en minimum hasarlardı sanırım.
   Bazen burnunuzu öyle bir boka batırırsınız ki, kaybettiklerinizin miktarına şükredersiniz. 
  
      Hayat gerçekten garip bir çark. Hangi dişi olacağına ise siz karar veremiyorsunuz. Düzen çok önceden belirlenmiş zaten. 

   Peki yaşadıklarımız kader mi seçim mi ? 

Bu kadar şeyi ben seçmiş olamam. Ortada bilmediğim şeyler var. Ne var ki kukla gibi oynatılmış da olamam. 
    
Kendi boyumdan büyük soru işaretleri evimde , odamın içinde kol geziyor.  

  Çoğu zaman anlamsız bir sorgulama hali içindeyim ve içimdeki insanlar benim için benden önce kararlar almaya başladılar. 
Bu kalabalığa hükmetmekte biraz başarısızım.

 Akıl ve içgüdüler arasında biraz bocalamaya başladım ve paranoyaların bazı durumları yönetmesine izin verdim. 

 İleri derecede kafa karışıklığı durumuma şükrediyorum çünkü bunun kafayı yeme halinden daha kolay atlatılabilir olduğuna inanıyorum. 

 ve şimdi bana gülümseyen yanılgı ve absürt ruh halimi buradan alıp herkese iyi geceler dileyerek yazıma son veriyorum..
   


     İyi geceler olsun...

Soran Olursa Uyudu Dersiniz





 Hani boyle yolculuğun ilk yarim saatinde uyumayi becerebilen tipler vardir. Bir yere gidiyorsunuzdur, o yolculukla ilgili guzel dusunceleriniz vardir, belki beraber film izleyeceksiniz belki beraber muzik dinleyeceksinizdir ama siz arkanizi döndükten sonra Takk(!) uyuyo bulursunuz kendilerini.  Hem de o anki uykudan aldiklari keyif o kadar nettir ki yüzlerinden bellidir, siz de caresiz yolculugunuza devam edersiniz..

     Ya da yogun bir hafta geciriyorsunuzdur halledilmesi gereken yiginla is vardir, vize haftasidir calisilacak konular vardir vs. Butun gece ders çalismak gibi çılgınca planlar kurarsiniz.. Ama sizin yarim saatlik dalginliginiz sonrasinda bir bakarsiniz, yürüyen uyku tulumu coktan uyuyakalmistir !

  


Bir cok sacma sapan gereksiz grubun üyesi olduğum gibi, ponçik uyku tulumlarinin da bas üyesiyim. 
Benim icin uyku bircok seyden daha önemli. Yatagim ve yorganimla aramda cogu insanla aramda olandan cok daha sıkı bir bağ var. 

Sizlere uykuyla aramda gecen manyakliklardan biraz bahsedecek olursam ; 
🐼 Periyodik olarak uyumadan önce sabah kalkacagim saati yattigim saate ekleyerek uyuyacagim saatleri hesaplamak gibi sacma sapan bir huyum var. Sorsaniz sözelciyim ama bu saatleri üsenmeden her gece hesaplayabiliyorum :( 

🐼 Gecen sene bir dönem okulun yanina ek olarak calistigim icin biraz yorgun bir dönem geciriyordum. Kendi evimde uzak oldugu icin okuldan ciktiktan sonra is saatine kadar evime dönemiyordum ve arkadasimin evine gidip duzenli olarak uyuyordum :( 

🐼 Yasayanlar cok iyi bilirler, mesajlasmanin en guzel yerinde boyle yavas yavas uykunuz gelmeye baslar.. Gozleriniz kapanmaya calisir ama siz o telefonun isigiyla hayatta kalmaya calisirsiniz ! Ama karsi tarafin msji biraz da gec gelince teslim ediverirsiniz kendinizi uykunun sicacik kollarina... Ama ertesi sabah hic de o uyku kadar tatli olmaz malesef :( Zaten biliyomusunuz bence dunya bu sekilde de ikiye ayrilabilir : konusmanin en guzel yerinde uyuya kalan ponçikler, ve ertesi sabahi bunun acisini cikarmaya adamis karsi taraftakiler. 😴😞

🐼 Bir de ayni grubun üyelerinden sıklıkla şu cümleleri duyabilirsiniz : "ay başım çatliyo surda iki dakka bi kestireyim. " ,"gözlerim agirlasti yaa basimda bi ağirlik var niye sence??" Acaba nedeeeennn ?? :)) 

Ama bence cok sevimli ve zararsiz insanlardir. Diger insanlarin butun gece birilerine bilendiği, butun gun susup geceleri kin besledigi gecelerde, onlar asla bunlari yapamaz. Uykulari gelir cünkü, bir de hic isleri yok gibi baskalarini mi düsünecekler ?? :) 
"Butun gecemi sevmedigim insanlar icin hic edecegim he , ruyalarinda gorsunler onlar.. :)) 

Cok konustum bu gun biraz galiba. Suan burada olan ve bunlari okuyan herkese sevgilerimi gönderiyorum.. 💜💜 Bende birazdan biraz kestireyim bari, basim catliyo inanir misiniz ?? :)) 

Ben Yalnız Kalamamm










Soyle bir dusununce,cagimizin en buyuk sorunu olmasa da en sinsi sorunu bence "yalniz kalma korkusu". Yani bakinca en buyuk olmasindan da daha tehlikeli aslinda. Suan bir bakin cevrenize, kendinize ; hepimiz kuru kalabalaliklarin icindeyiz. Insanlarin yaninda, kiyisinda kosesinde hep birileri. Ama bir gun oturup da sorgulasak, bu insanlarin hayatimizdaki yerini, önemini degerini, ama oyle ustun koru degil gercekten oturup buna zaman ayirip sorgulasak, yanimizda tuttugumuz insanlarin cogunun dünyamizda olmalarinin tek bir sebebini kesfedecegiz : Yalnizlik korkusu! 

Tabi bu bahsettigim konunun normal boyutu. Bir de bu duyguyu farkinda bile olmadan hastalik derecesinde uzerinde tasiyanlar var. Ve oyle bir duygu ki ne yazik ki bunu farkedemiyoruz bile. 







Hayatinizdan o defalarca kazik yediginiz arkadasinizi cikaramamak gibi. Artik kangren olmus, size hicbir faydasi dokunmayan iliskiyi söküp atamamak gibi. Hatta bunun üzerini sevgi, emek, ask gibi duygulari araya sokarak ört pas etmek gibi. Sadece günü kurtarmaya yarayan cabamizin sebebini hep farkli seylere baglamak gibi anlamsiz sacma sapan bir durum iste. Icimize bakmaliyiz halbuki. Icindeki konusan sese degil en dipte derinlerde gelen ugultuya bakmak lazim. Orda kucucuk bir cocuk yalniz kalmaktan korkuyor aslinda. Ince ince agliyor tek kalirsam napicam diye.. 







O yuzden gidemiyorsun iste. Verdigin caba icin degil, sahip oldugun aslinda olamadigin umut icin degil. Yalnizlik korkusuyla katlaniyorsun bir cok seye. Sebep ikili iliskindeki guzelliklerle ilgili degil yani, sebep senin seninle olan iliskinde. 

Diyorum ya cok sinsi bir duygu bu. Hani kendini asla belli etmez. Hep baska bahanelerin arkasinda durur anlayamazsin. Ama once bunu farketmek gerek. Ben sanirim biraz biraz farketmeye basladim. Dusundukce anladikca da diyorum ki "Meger ne manyakmisim ben!" 
Sahsen bunu kesfetmeden once sirf yalniz kalma korkusuyla hayatindan ne bir esi ne bir dostu cikaramayan, diline "tamam oyle olsun"u dolamis, bu ugurda gayet kendi psikolojisini bozan deli manyak bi kızmışım. Sanirim 3 sene falan oluyo bunu anlayali ; kendime "ya sen ev arkadasin memlekete gidicem dediginde bile kac gun onceden kendinin evde yalniz nasil yapicagini hesaplayan kara kara dusunen bi tuhafsın , heh iste butun bu diger olaylar da buna bagli " dedigim gunden sonraydi. Ondan sonra da bu korkuyu anladim ustune gittim zaten. Simdi baya yol kat etmis durumdayim. Ama siz de kendiniz de bunla ilgili sinyaller aldiginizi hissediyosaniz hic vakit kaybetmeyin oturun sorgulayin bence. Cunku bu his insana cok kotu seyler yaptiriyo, ben denedim siz denemeyin yani. 
Birakin giden gitsin, biten bitsin, etrafta kimsecikler kalmasin. Tek bir insan olmasa da, sen yine seninlesin zaten. Herkes biraksa, seni sen birakmazsin. Zaten istesen de birakamazsin :) 
Yani birakin en kötü ihtimalle tek olalim bir basimiza kalalim ; yeter ki  yalniz kalma korkusuyla verdigimiz tavizlerin agirligini yasamayalim. 

Psikolojik Dağ Testi



Kısa bir aradan sonra herkese merhaba arkadaşlar :) 


Bu gün bir  psikolojik testle karşınızdayım. Dün ben baya bir süre bunlarla uğraştım ve gerçekten bir kaç soru ile kendi derinliklerinize inebileceğiniz müthiş bir test. Yapması da gerçekten çok basit. 


   İsterseniz testimize başlayalım...

   
    Şimdi ortamın yeterince sessiz ve hayal kurmaya elverişli olduğundan emin olun .


                




Şimdi bir dağ hayal edin...


Bu dağ nasıl ? 

-Karlı mı ?

-Yüksek mi ?

-Yeşillik ve çiçekler var mı ?

-O dağı seviyor musun ?

-Peki ya onu görmek ister miydin ?


Cevaplar tamamsa şimdi testimizin sonucuna geçelim.


O gördüğünüz dağ sizin babanız. Sorulara verdiğiniz cevaplar ise babanızla aranızda olan ilişkiyi resmediyor. Dağın karlı ya da buzlu olması babanızla daha soğuk ve mesafeli ilişkiler kurduğunuz, 
yüksek ya da alcaklığı babanızla aranızdaki ilişkinin yakınlık veya uzaklığı , aranızdaki otorite ilişkisini simgeliyor.
Bu dağı ne kadar sevdiğiniz ise babanızla aranızdaki sevgi bağlarını ölçüyor.


Ne kadar garip , bir o kadar da gerçek değil mi ? 
Eğer beğendiyseniz Youtube'a girip bunun gibi onlarca testi daha bulabilirsiniz :) 

11 Ağustos 2017 Cuma

Tarihe Bir Not






Zaman bazen seni olmak istediğin yerlerden alıp çok uzaklara fırlatıyor. Zaman mı , hayat mı , kader mi artık adına her ne dersen ; mutlu olman için gereken şeyleri bir dağın tepesine koyup, ''bu dağa çıkman yasak! '' diyebiliyor. Uzaktan bakmak içini yakacağı için hiç bakmamaya başlıyorsun sonra. Arkanı dönmeyi öğreniyorsun. 
Şu hayatta öğrendiğim tek bir şey varsa o da kaderle kavga edemeyeceğin. Hiç kimse alın yazısıyla girdiği kavgadan galip gelemez. Vurur tekmeler ama asla başarılı çıkamaz. Kaderin, bazı şeyleri kapının arkasına koyduysa, o kapıyı kıramazsın. Ellerin acıdığıyla kalır..

Yine de ulaşamayacağı hayallere niye kapılır insan bilmiyorum. Nefesinin yetmeyeceği dağlara niye tırmanmaya çalışır? 


Er ya da geç, basit ya da kolay, acı ya da komik, benim filmim sonunda bitti. Ve ben kahramanımı kendi içimde bıçakladım.

6 Ağustos 2017 Pazar

Sözde Modern Zamanlar




  Merhabaa arkadaşlarr :) 

Bu gün sizlere çook eski , aslında bir o kadar yakın, ama aradan 3 5 yıl geçmiş olsa da tarihin o tozlu sayfalarına gömdüğümüz ergenlik zamanlarımızdan bahsedicem :)



Sizinki kaç yıl önceydi, belki de hala o süreçtesiniz bilmiyorum ama benimkinin üzerinden bi 3 4 yıl rahat geçti. Ama gerçekten hayatımın en şimdi hatırladığımda ''Aman Yarabbimmmm'' dediğim dönemiydi. Hatırlarsanız şimdi yanından bile geçmeyeceğimiz ne varsa o zamanlarda büyük azimlerle yapıyorduk. 

Allahımm o nasıl bir sinir, nasıl bir asilik, nasıl bir aşk, nasıl bir acı, nasıl bir mutluluk.. Kısacası her şeye nasıl aşırı tepkilerrr ! 

Hepimiz biliyoruz ki , hiçbir ergen kişisi olaylara normal tepkiler veremez. Her şeyde bir aşırılık, bir aykırılık, bir fazla reaksyon göstermeler :)

Mesela dün bir arkadaşıımın 4 yıl önce açtığı bir bloğunu okudum. Yazıları görseniz, her cümlesi kelimesi hatta vigülü bile o zamanki sevgilisine yazılmış. Ama nasıl bir sevgi , yok böyle bir şey. ''Canım çıkıyo'' , ''içim ağlıyo '' türünden bir sürü acı içerikli sözler. Öyle de seviyorum, böyle de seviyorum, sağa da seviyorum, sola da seviyorum yaşayamıyorum, ölüyorummm ! 


Ama itiraf edelim o zamanlar hepimiz sevdik mi böyle seviyorduk. Ya da öyle zannediyorduk. Kafadan kontak mışız bence, aşık olunca acımızdan ölmemiz gerektiğini falan sanıyorduk :) 

Ama böyle düşünmemize etken bir sürü de faktör vardı tabii. O zaman yapılan şarkılar, daha doğrusu bizim yapılan şarkılar arasından seçtiklerimiz bize sürekli ''ÖLL!'' ''seviyosan geberir gibi seviceksin '' , '' zaten bu hayatın hiç bir anlamı yok '' ''kimse beni anlamıyoo'' gibi mesajlar veriyordu. E 14 yaşında çocuksun tabi ki ne verilirse onu alıcaksın. 

   Mesela benim o zamanlar çok sevdiğim bir şarkı vardı. Sözleri de şöyleydi : 
 '' Denizlere atın beni
   ay ışığı görmeyeyim
  dallarımdan kırın beni
  bir fidan gibi 
   ay ışığı görmeyeyim , filizlere vermeyeyim '' 

 Ve bu şarkıyı gerçekten hissederek dinleye dinleye ağlıyodum. Sözleri içimde yaşıyordum falan. Hayır gerçekten o yaşta bunları söylicek ne yaşadıysam :D 


  Zavallı anne babalarımız da her şeye anlayış göstermeye çalışır , evdeki canavarın farkında değillermiş gibi davranırlardı. :) 



O korkunç saç modelleri, abartı simsiyah satanist makyajları ( ki ben bunu baya bi abartmıştım , etrafımda gerçekten satanist olduğumu düşünen insanlar vardı :D) , dinlenen efsane acımtrak müzikler, ağı diz kapağımıza kadar düşmüş kot pantolonlar, absürt şapkalar... Daha neler nelerrrr.. 

Kabul edelim 90'lı yıllarda doğan nesil olarak ergenliğimizi biraz hatta baya ağır yaşadık arkadaşlar :) Ben kendi adıma oralara karanlık bölüm olarak bakıyorum ve bu travmayı atlattığım için kendimle gurur duyuyorum :)) 



He bir de bu saydıklarımın birini bile yaşamamış olan kısım var. Ben bunları anlatırken ev arkadaşım bana boş boş bakıyo mesela :) O bu yıllarını gayet Emre Aydın, Duman falan dinleyerek geçirmiş çünkü. Şimdi anlatınca ne ben ona anlam verebiliyorum ne o bana. 
Aynı yaşlardayız ama o sıralar aramızda bir uçurum varmış.

  Neyse sonuç olarak iki farklı ergen grupları olarak farklı yollardan çıktık , ama aynı kapılara çıktık :)) Biz biraz kendimizi boşu boşuna heder etmiş olduk sadece :)) 

     Olsun sağlık olsun diyelim ve o lanet yılları tekrar tarihin tozlu sayfalarının arasına tekrar yollayalım bari... :) 


                    Okuduğunuz için teşekkürler, güzel günler olsun :) 



5 Ağustos 2017 Cumartesi

Eskiler Alemi



Hepinize iyi geceler arkadaşlar,,,

Bu buluşmamızda sizlere beraberken birer melek olup da ayrıldıktan sonra canavar kurbağalara, leş kargalarına, en son ihtimalle de beyaz minnoş kedilere dönüşen eski sevgililerden bahsedeceğim. 

 Hazırsanız önce canavar kurbağalardan başlayalım: 

          

Bu tür insanlar sürmeyen ilişkilerde ve ayrılıklarda kendi hatalarını çok iyi bilmekle birlikte , bunu asla size belli etmezler. İlişkinin sadece sizin tarafınızdan bittiğini düşünen ve başka hiçbir ihtimali beyni almayan tek hücreli canlılar gibi davranırlar.

Bunun yanında, belli bir zaman geçtikten sonra sürekli ''vrak''lamak suretiyle bir laf sokma hali içerisindedirler. Ne kadar fazla laf sokarsa o kadar haklı çıkacaklarını düşünürler , ama aslında buna paralel olarak bir o kadar da küçülürler.

Tabi bu canavar kurbağaların ''vrak''lamaları sadece size değildir. İçindeki büyün nefreti kini çevrenize, ortak olan kim varsa hepsine de kusarlar. Ne var ki o insanlar tarafından da seslerinin yalnızca ''vrakk vrakk'' tonunda duyulduğunu asla anlamayacak kadar boş beyinli canlılardır. 

Bir süre sonra sizde de bir iğrenme hali görerek uzaklaşır , hak ettikleri pis derelere doğru yol almaya başlarlar. Geride bıraktıkları tek şey ise mide bulantısı olarak kalır.




İkinci bir tür ise ''Leş Kargaları'' dır. 

Bunlar bir önceki tür kadar rahatsız edici olmamakla birlikte, onlardan daha çok tiksindirici özellikleri vardır. Çünkü bu türün en belirgin özelliği hayatınızdan çıktıkları anda yeni yerler, yeni yollar arayışlarıdır. Kendileri hiç vakit kaybetmeden yeni heyecanlar arar, bunu da sizin gözünüze soka soka yaparken kendilerinin dışarıdan nasıl iğrenç gördüklerini farketmezler. 



Bu bilir kişiler bunları yaparken kendilerinin  bir siyah kartal, asil bir şahin, beyaz bir güvercin gibi göründüğünü düşünürken; aslında dışarıdan leş kargalarından bir farkları olmadığının fakında bile olmazlar. 

Onlara göre yaşadıkları 'özgürlük' , 'yeni bir hayat kurma' , 'mutlu hayat çabası' gibi kelimelerle tanımlanırken ; bize göre ise yaptıkları sadece yaşananlara saygısızlık, zaman kaybı, hatta midesizliktir ! 



Son türümüz ise ; Minnoş Kediler 



Ki en tehlikeli türler bunlardır ! 

Ayrılık esnasında ilişkiyi
 ''peki'' ,
 ''Sen bilirsin...'' 
'' Kendine çok iyi bak olur mu ? ''
''Seni hep çok sevdim '' 

gibi cümlelerle kapatıp içinizde derin bir vicdan yarası bırakan bu minnoş kedilerin bir süre sonra nasıl bir beyaz kaplana dönüştüğüne inanamazsınız ! 
Çünkü bu türün en büyük özelliği sinsiliktir. Aslında size o '' ben dünyanın en iyi insanıydım'' ana temasıyla sarfettiği cümleleri bir bir planlamış, bütün suçlarını örtmek için bir zırh olarak kullanmıştır. Aynı zamanda ayrılık sonrası kendisi mutlu olamazsa sizde bırakacağı açık kapının temellerini günler önceden planlamıştır. 

Sizin kendinizi kötü kalpli iğrenç insan hissetmeniz için elinden gelen bütün melek rollerini oynamıştır. Halbuki içeriden durum hiç de öyle değildir. Kendini sessiz sakin gösterip aslında atacağı bir sonraki adımı günler öncesinden belirlemiştir. 

Zaten bu türler de ikiye ayrılır : 

şöyle ki , büyük çoğunluğuyla ilişkiye tekrar başlanır. İlişkiye tekrar başlanmayan geri kalan kısmının ise, siz hala hayatınızı toplayıp doğru düzgün bir yola sokamamışken evlilik haberini alırsınız. ve zamanında o minnoş kalpli kedi rollerini o kadar iyi oynamışlardır ki, onun için sevinir '' zaten mutluluğu en çok o hakediyordu.. '' dersiniz.

Yani zafer her halükarda onlarındır ! 




He tabi ki bütün eski sevgililer böyle mi ? Tabiki hayır. 
Ama o diğer kısım da edebiyle hayatımıza girip edebiyle yok olanlardır ki onları gruplandırmak bize yakışmaz zaten :)

Hatıra Kutum





         Herkese günaaaydıııın :) 
çok güzel olayların gelişmelerin yaşandığı çok güzel bir gün olsun inşallah :) 







Şimdi bugünki yayınımızın konusu: ''bir türlü atılamayan eşyalar''. 





hatıra değeri taşıyan, belki oradan buradan bizim anlam yükleyip de aldığımız , belki hediye, belki bir anlamı bile olmayıp sadece bir günü ifade eden ; ama artık kesinlikle yok edilmesi gerekip de hala anlamsız bir şekilde saklanmaya devam edilen eşyalar.
Bu işi en çok abartanlardan biri de benim sanırım. 

Bırakın bir hediyeyi , yediğim bir çikolata paketini bile saklayan bir insandım. Süslü püslü saklama kutularının içinde çikolata paketleri düşünsenize ! Hatta annem sürekli kızardı çeri çöpü eve topluyosun diye. O zamanlar bu tip şeyler benim için çer çöp değildi tabii. Eski sevgilisyle yediği turşunun plastik çatalını bile saklayan bi manyak olarak konuşuyorum şuanda sizinle :D yalnızca çatal, çikolata kabı mı ? O sırada yerde bulduğum bir mendilden, sakız falına kadar
aklınıza gelebilecek her şeyi. Yani evi cidden bayağı bir doldurmuştum :) He bir de bunun yanında gerçekten hatıra saklanmak üzere verilenler, hediye edilenler var tabii.. 





...Sonra ne mi oldu ? 

Hepsinin benim üzerimde birer ağırlık olduğunu farkettim. Biten , gerçekten biten, ilişkilerin ardından bu kadar ölüyü yanında bulundurmamak gerektiğini farkettim. Sonra ilk önce o ''çer çöp'' diye tanımlananlardan başlayıp bütün hatıraları ne var ne yoksa hepsini attım. En son da fotoğrafları sildim. Nasıl bir rahatlamakmış anlatamam. Sanki hepsi benim üzerime bir ağırlıkmış da hepsini tek tek bırakmışım gibi , kuş gibi hafifledim...

Şimdiyse bunun rahatlığını görünce, en ufak bir şeyde eşya atmaya başladım. Birisiyle bir anlaşmazlığım mı oluyor , tak hemen atıyorum ona dair bir eşyasını :)) Tamam bunun da biraz abartı olduğunun farkındayım ama diğer durumdan çok daha iyidir. 


Sizlere de tavsiyem, gerçekten bitmiş olan hiçbir şeyin kalıntılarını üzerinizde taşımayın. Hayatınızda olmayan insanların bıraktığı tortuların sizi basmalarına izin vermeyin. Atın gitsin ! Salın bitsin . Biliyorum hatıraları atmak , yok etmek de büyük cesaret istiyor, ama inanın verdiği rahatlık sizi hiçbir zaman pişman etmeyecek. 
Siz bitmiş olan her şeyin izlerini uzaklaştırın yok edin ki, yeni hatıralara yer kalsın evinizde, en çok da içiniz de...




4 Ağustos 2017 Cuma

Kural 1 : Kural Yok !







Kurallar, kurallar , kurallar...


Her yerde , her şeyde , her anda , her durumda karşımıza çıkan kurallar. Onlarca, yüzlerce hatta on binlerce kural. Biz doğmadan ,bizden öncekiler tarafından denenmiş, doğruluğuna karar verilmiş ancak bize fikrimiz dahi sorulmadan dayatılan olgular. 

O halde nedir hayat ? Bizden önce bize örülen bu duvarların arasında yaşayabildiklerimiz mi ? Tüm sınırlara pür dikkat kesilerek yapmaya çalıştıklarımız mı ? Eğer durum buysa hiç adil değil. 

Ciddi olunması gereken yerlerde her ne olursa olsun gülmemek bir kuralken , her sabah uyandığında gülümsemek gibi bir kural yok mesela. Ya da büyüklerin önünde bacak bacak üstüne atmamak bir kurarken, büyüklerinize sarılın diye bir kural duyamazsınız. Duygusuz, kaşları her daim çatık, yüzü somurtmaktan buruş buruş olan bir yaşlı kadına benzer yani katı kurallar. Yanında içinizden geldiği gibi davranamazsınız, olur olmadık gülümseyemezsiniz.






 Oysa ki hayat bundan çok daha fazlasıdır. Kapalı bir kutunun içinde heba edilmeyecek kadar değerli, fazla sıkılmaya dayanamayacak kadar hassas bir çizgidir.. önemli olan sizden önce gelenlerin kurduğu dayatmalar, anlamı ve sebebi bulunmayan kurallar değil, ucu bucağı olmayan hayallerdir.  

Şu andan itibaren unutun bütün kuralları! Ne yapmak istiyorsanız yapın, içinizden her ne geliyorsa. Bu uçmak bile olsa. Hatırladın mı Hezarfen Ahmet Çelebi'nin uçması da fizik kanunlarına aykırıydı :) 
 Ama aykırılık her zaman daha iyidir ve daha çok prim yapar 😄





Yaşam belki 50 yıl , belki 60.. Ama inan bana 90 değil . Toplum dayatmalarına ziyan edilecek kadar uzun değil. Sen ne istiyorsan, nasıl istiyorsan öyle yaşa. Sen topluma uyup kendini kısıtlayacağına bırak toplum seni kabullensin. 


           Yeter ki senin gönlün olsun..  :)







Hoşgeldiin



Öncelikle bloğuma hoş geldin :)










Bir önceki blogumu kapattıktan sonra neden tekrar yeni  bir blog açtım, nereden esti aklıma geldi İnan hiç bilmiyorum. Ama insan biraz dolunca yazmaya ihtiyaç duyuyo galiba. Daha doğrusu yazmaya değil, paylaşmaya. Hiç tanımadığın bir insana saatlerce içini dökmekle aynı şey. Sonuçta iyi ya da kötü ne yaşanırsa yaşansın bir başka bir insanla paylaşınca anlam buluyo bence.

Neyse bu yazım zaten bir hoşgeldin yazısı olacağı için sözü çok fazla uzatmıcam. Umarım bu blogda ortak bir şeyler bulabiliriz. ☺️


He bir de kim bunları yazan dersen , yazdıkça tanışırız zaten. Nerede oturduğum, ne iş yaptığım, yaşım gibi nesnel şeyler çok önemli değil çünkü bence; önemli olan düşünceler ✌🏽☺️


Uzatmıycam diye başlayıp biraz fazla konuştum galiba.. Artık susuyorum ve bu hoşgeldin faslını kapatıyorum.


             Keyifli okumalar... Burada bol bol buluşmak dileğiyle .. :)




Hee bir de unutmadan ; yayına girmeden önce '' EGO'lar ve önyargılar dışarı ! ''








😘

Kaza Geliyorum Demiyormuş

hepinize merhaba arkadaşlarım,canlarım Ben yine birkaç gün aradan sonra sizlerleyim. Üstelik bu sefer çok güzel haberlerle geldimmmm! diye...